23 Mart 2014 Pazar

Yusuf Hayaloğlu Ben Senden Ayrılırım Yakında

AYRILIRIM YAKINDA

Ben senden ayrılırım yakında
Belki bir sinema önünde
Belki gizlice kaydırak oynadığımız
Bir gece, o çocuk parkında

Daralan göğsümü tutarak
Ayaklarımın ucuna basarak giderim
Öksürmemeye dikkat ederim
Hiç olmazsın farkında
Her şey kalmalı tadında
Çözüm yok ki bu aşkın inadında

Ne tutsak hissetmeli yürek kendini
Ne bıçak pas tutmalı kınında
Törenler yapıp gözyaşı dökmeden
Elbiseleri ütülemeden, düğmeyi dikmeden
Çıkıp gitmeli insan, kapıya dayandığında

Belki lunaparka gideriz, belki son gezimiz olur
Şipşakçıya gülümseriz, bu son pozumuz olur
“Kemancı hoşça kal!” belki son sözümüz olur
Seni evine bırakırım sabaha karşı
Öylesine buluşuruz belki, solan bu son yüzümüz olur

Birisi  basıp gider, ne var ki bunda
Birisi de sonraki otobüsü bekler
Ölüm yok ki bunun ucunda
Ayrılık dediğin, günü geçmiş bir bilet
Ve yırtılmış sepya bir fotoğraftır avucunda

Bugün bana güzel davranma ne olur
Bana çay yapma, şeker atma, şekeri karıştırma
O şahane gözlerini gözlerimle buluşturma
Sen böyle bakarken nasıl söylerim ben
Ve ne olur hiç uyuma, başını dayama göğsüme
Sen böyle masum uyurken nasıl giderim ben

Ufalandık hayatın çarkında
Kalırsa gözlerim kalırsa hatırında
Ben senden ayrılırım  yakında
Kalmadı sabrım filmin sonunda kalmadı hevesim

Ben senden ayrılırım yakında
Belki tükürük köftesi yediğimiz Hisarüstü’nde
Belki demli çay içtiğimiz Çınaraltı’nda

Ben senden ayrılırım yakında
Bırak sebeplerim öyle kaynayıp dursun
Bir aşkın saplanan okunda

                                                                        Yusuf Hayaloğlu

16 Mayıs 2013 Perşembe

Emin Bülent Serdaroğlu


EMİN BÜLENT SERDAROĞLU (1886 – 1942)
  • Galatasaray futbol takımının ilk kaptanıdır ve kurucuları arasındadır. Fenerbahçe ile oynanan ilk maçta ilk golü atmıştır.
  • Fecriati Döneminde “destansı” yönü ağır basan epik şiirler yazmıştır.
  • Hem bireysel hem de toplumsal konularda şiirler yazmıştır.
  • Şiirlerinde benzetme ve istiarelere gereğinden çok yer vermiştir.
  • Victor Hugo’nun “Mavi Gözlü Yunan Çocuğu” adlı şiirine karşı yazmış olduğu “Kin” şiiriyle tanınmıştır.
Eserleri:
  • Şiir: Kin, Hatay’a Selam, Dev Şarkısı

Tahsin Nihat


     TAHSİN NAHİT (1887 – 1919)
  • Fecr-i Ati topluluğu şairi ve oyun yazarıdır.
  • Bireysel konulu şiirler yazmıştır.
  • Şiirleri sanat gücü bakımından çok güçlü değildir.
  • Şiirleri Ahmet Haşim etkisindedir.
  • “Adalar, Kamer ve Zühre şairi” olarak tanınmıştır.
  • Genelde kadın ve aşk temalarını işlemiştir.
  • Tiyatroyla da yakından ilgilenmiştir. Tekniği zayıftır.
Eserleri:
  • Şiir: Ruh-i Bikayd
  • Tiyatro: Hicranlar, Jön Türk, Firar, Aşkımız, Sanatkârlar, Ben Başka, Talak, Kırık Mahfaza, Osman-ı Sani, Kösem Sultan

Ahmet Haşim



1884 yılında Bağdat’ta doğan Ahmet Haşim, Fecriati topluluğu dağıldıktan sonra da edebî anlayışını değiştirmeden sanat hayatına devam etmiştir. Sembolizmin edebiyatımızdaki en önemli temsilcisi olan sanatçı, Cenap Şahabettin’in sadece müziği ve ahengi ön plan çıkaran sembolist şiir anlayışına semboller ve hayal unsurlarını kullanmayı da ekleyerek şair, şiirlerinde bunu başarıyla uygulamıştır.
Babasının Arabistan vilâyetlerindeki memuriyetleri sebebiyle düzensiz bir ilkokul tahsili görmüş ve bu yaşamında Arapçayı öğrenmiştir. Annesinin ölümü üzerine 12 yaşında babasıyla birlikte İstanbul’a gelmiş ve Galatasaray Lisesi’ne gitmiştir. I. Dünya Savaşı’ndaki askerliği (1914-1918) sırasında Anadolu’nun çeşitli yerlerini görme fırsatı bulmuştur. 1924′te Paris’e, 1932′de de hastalığı sebebiyle Frankfurt’a gitmiştir. Daha sonra buradaki yaşamını “Frankfurt Seyahatnamesi” adlı eserinde anlatmıştır. Ahmet Haşim’in sanat ve edebiyata olan ilgisi Galatasaray Lisesi’nde başlar.
Edebi Kişiliği
Bilinen ilk manzumesi “Leyâl-i Aşkım” 1901′de “Mecmua-i Edebiyye”de yayınlandı. Bu dönemde Muallim Naci, Abdülhak Hâmid, Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin’in tesiri altında kalmıştır. Son sınıfta iken Fransız şiirini ve sembolistleri tanıdı. Bundan sonra kendi şahsiyetini gösterdi ve ilk şiirlerini kitaplarına almadı. 1905-1908 yılları arasında yazdığı ve daha sonra Piyâle kitabına aldığı “Şii’r-i Kamer” serisindeki şiirleri hayal zenginliği, iç ahenkteki kuvvet ve büyük telkin kabiliyeti ile dikkat çekti ve beğenildi.
Şiirleri o güne kadar alışılmış biçimlere benzemediği için bazı kesimlerden tepki ve eleştiri alan Ahmet Haşim, bu tepki ve eleştirileri “Piyale” kitabının girişinde cevaplar, “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” başlığıyla verdiği bu cevaplar aynı zamanda sanatçının kendi şiir görüşünün de bir açıklamasıdır. Ahmet Haşim bu yazısında şiiri şöyle tanımlar: “fiiir bir hikâye değil, sessiz bir şarkıdır; şair de ne bir gerçek habercidir, ne güzel konuşan insan, ne de bir kanun koyucudur.”
1909′da kurulan Fecriati topluluğuna girmiştir. “Edebiyatı ideolojinin değil, estetiğin emrine vermek” prensibinden hareket eden Fecriati topluluğunun yayın organı olan Servet-i Fünûn dergisinde şiirleri yayımlanmıştır. Servetifünun Edebiyatına yapılan hücumlara makaleleriyle katılmıştır. 1911′de yayımlanan Göl Saatleri adlı şiirleriyle haklı bir şöhret kazanmıştır. Fecriati dağıldıktan sonra siyasî ve edebî akımların dışında kendisine has bir şiir ve nesir anlayışının tek temsilcisi olarak kalmıştır. Milli Edebiyat döneminde eser vermeye devam eden sanatçı, Yahya Kemal’le birlikte “saf (öz) şiirin” de en önemli temsilcisi olur.
Kısaca özetleyecek olursak;
  • Fecriati’nin temsilcilerinden olan şair, topluluk dağıldıktan sonra hiçbir edebi topluluğa katılmamış; sanat anlayışını değiştirmeden sanat yaşamına bağımsız olarak devam etmiştir.
  • İlk şiiri Hayal-i Aşkım’ı 1905′te yayımlamıştır.
  • Sembolizmden etkilenmiştir. Şiirlerindeki doğa manzaraları, sembolistlerin genellikle tercih ettiği “akşam, şafak, gurup, gece, mehtap, güller, yıldızlar, ormanlar” gibi hayal kurmaya uygun yerler ve durumlardır. Empresyonizmden de etkilenmiştir.
  • Türk edebiyatında “akşam şairi” olarak da tanınır.
  • “Sanat için sanat” anlayışını benimsemiş, toplumsal konularla ilgilenmemiştir.
  • Şiirlerinde daha çok serbest müstezat nazım biçimini kullanmıştır.
  • Çocukluk anıları, aşk ve tabiat şiirlerinin başlıca temalarıdır.
  • Bütün şiirlerini aruz ölçüsüyle yazmıştır. “Köylü vezni” olarak nitelendirdiği heceyi musiki açısından çok yetersiz bulduğu için kullanmamıştır.
  • Şiirlerinde anlaşılmak için bir kaygısı yoktur. Dili ağırdır. Arapça, Farsça sözcük ve tamlamalarla yüklü bir dil kullanmıştır. Son dönem şiirlerinde dil sadedir.
  • Şiirleri imge ve iç ahenk bakımından çok zengindir.
  • Şiirleri dış dünyaya ait gözlemlerinin kendi iç dünyasına bıraktığı izlenimlerini yansıtır. Dış dünya, Haşim’in hayal dünyasının en güzel renklerine bürünerek şiirlerine yansır.
  • Düz yazı türlerinde de çok başarılıdır. Fıkra, sohbet, gezi türündeki yapıtlarında kendine özgü bir üslubu vardır. Bu yazılarda parlak zekâsını ortaya koyan orijinal buluş ve görüşleri yer alır.
  • Düz yazılarında dil, şiirlerine göre sadedir. Bazen nükteli ve alaycı bir üslup kullanmıştır.
  • Şiirle ilgili görüşlerini “Piyale” adlı şiir kitabının ön sözünde (Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar) açıklamıştır.
  • Şiirle ilgili görüşleri: Şiirin asıl özelliği duyulmaktır. Şiirin dili “musiki” ile “söz” arasında sözden ziyade musikiye yakındır. Şiirdeki bu dil “bir açıklama vasıtası olmaktan çok bir telkin aracı”dır. Şiirde musiki anlamdan önce gelir. Bu sözcükler şiire anlam değerinden çok musiki değerlerine göre girer. Şiirin anlam bakımından açık olması önemli değildir. Şiirin doğduğu yer şuuraltıdır (bilinçaltıdır). Şiir düz yazıya çevrilemeyen bir nazımdır. Şiir bir hikâye değil, sessiz bir şarkıdır. Şiirde anlam aramak, eti için bülbülü öldürmek gibidir. En güzel şiirler anlamlarını okuyucunun ruhundan alan şiirlerdir. Şiirde önemli olan anlam değil, söyleyiş özellikleridir.
  • “Merdiven”, “O Belde” en önemli şiirleridir. Ayrıca Bkz. Merdiven Şiiri Tahlili
Eserleri:
  • Şiir: Göl Saatleri, Piyale
  • Gezi: Frankfurt Seyahatnamesi
  • Deneme-Fıkra: Gurebahane-i Laklakan, Bize Göre

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Direktör Ali Bey

Direktör Ali Bey (1844-1899)

İstanbul'da 1844 senesinde doğdu. Babası Halep ve Şam kethüdalıklarında bulunmuş Yusuf Cemil Efendidir. İlk öğrenimini özel hocalardan ders alarak yaptı. Küçük yaşta Fransızca öğrendi. On dört yaşında Babıali Tercüme Odasına memur girdi ve on sene kadar çalıştı. Sonra Sıhhiye Meclisi Azası, 1873'te ise Karantina Başkatibi oldu. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşından önce Varna'ya mutasarrıf tayin edildi. Savaşın Osmanlı aleyhine dönmesi üzerine, İstanbul'a geldi. Bir süre sonra Düyun-ı Umumiye Müfettişi olarak doğu vilayetleri ve Irak'ta görev yaptı (1885). Irak'tan Hindistan'a giden Ali Bey, kısa süre sonra İstanbul'a döndü. 1890-1893 tarihleri arasında Trabzon'da valilik yaptı. Sonra tekrar Düyun-ı Umumiye'de çalışmaya başladı ve buranın direktörü oldu. Ölünceye kadar aynı görevde kalan Ali Bey, "Direktör" lakabıyla meşhur oldu. 3 Şubat 1899'da İstanbul'da öldü. Anadoluhisarı'ndaki Göksu Mezarlığına defnedildi.

Edebi Kişiliği

1. Ali Bey, Türk tiyatrosunun kurulmasında büyük gayret ve çaba harcamıştır.

2. Başta tiyatro olmak üzere mizah ve seyahat edebiyatı alanlarında eser vermiştir.

3. Tanzimat'tan sonra çıkarılan ilk mizah mecmuası Diyojen'de yayınlanan yazıları, Türk mizah edebiyatının o devirdeki en güzel örnekleri olarak kabul edilir.

4. Tiyatroları genelde komedi türündedir. Tiyatro dili bakımından Ahmed Vefik Paşanın izindedir. Ondan farklı olarak, özellikle halk konuşmalarına yaklaşmış, günlük konuşmalardan ve Türk dilini renklendiren pek çok klişe ve deyimlerden de faydalanmıştır.

Eserleri:  

Kokana Yatıyor yahut Madam Uykuda (Tek perdelik komedi 1870)

Tosun Ağa (Üç perdelik komedi, 1870)

Ayyar Hamza (1871)

Müsafir-i İstiskal (Tek perdelik komedi, 1871)

Geveze Berber (İki perdelik komedi, 1873)

Gavo Minar ve Şürekası (Üç perdelik komedi (1889)

Evlenmek İster Bir Adam (Tercüme roman 1897)

Lehcet-ül-Hakayık (Mizah sözlüğü, 1897)

Seyahat Jurnali (Hindistan gezisine ait notlar, 1897)

Seyyareler (Mizahi hikaye 1897).

Muallim Naci

Muallim Naci (1850-1893)

Tanzimat dönemi Edebiyatımızın şair ve yazarlarından olan Muallim Naci, divan şiiri akımına yeniden hız vermeye çalışır, bu yoldaki şiir çalışmaları sırasında, yeni zevkin o günkü temsilcileriyle tartışmalara girer, medrese kültürü etkisiyle divan şiiri etkisiyle divan şiiri yazarken, Avrupai zevke uygun şiirler de yazar.

HAYATI
Asıl adı Ömer olan Muallim Naci, 1850’de İstanbul’da doğar. 1857’de babası ölünce, annesiyle birlikte Varno’daki dayısının yanına gider. Varno Medresesi’nde öğrenimini yaptıktan sonra 1867’de Varno Rüştiyesi’nde öğretmenliğe başlar. Bu arada, Naci mahlasıyla şiirler yazar. Mutasarrıf Sait Paşanın yanında Rumeli ve Anadolu’da çeşitli yerlerde memurluk yaptıktan sonra İstanbul’a döner ve 1883-1885 yıllarında Tercüman-ı Hakikat gazetesinin edebi yayınlarını idare eder. Daha sonra Saadet ve Vakit gazetelerinde çalışır, ayrıca Mekteb-i Sultani ve Mekteb-i Hukuk’ta öğretmenlik yapar. 1891’de vakanüvis olan Muallim Naci ilk yazıları “Tuna” gazetesinde çıkar. Bazı manzumeleri açık, duru bir dille yazılmış olması dolayısıyla sevilir. Bütün eserlerinde Doğulu bir ruh ve biçim görülür. Divan şiiri akımına yeniden hız verir. Yeni edebiyatın o günkü temsilcileri Recaizade Mahmut Ekrem ile Abdülhak Hamit Tarhan’a karşı koyar. Yazdığı bir anı kitabı, çağı için üstün bir sadeliktir. Ayrıca Arap, Fas, Fransız edebiyatlarından çevirileri de vardır. Kitaplarının sayısı kırkı bulur. Muallim Naci, 13 Nisan 1893’te henüz kırk üç yaşında iken
İstanbul’da ölür… Mezar taşında nesih hatla kendinin şu beyiti yazlıdır:

Hak perestim arz-ı ihlas ettiğim dergah bir
Bir nefes tevhidden ayrılmadım Allah bir.

EDEBİ KİŞİLİĞİ
Muallim Naci, Divan edebiyatı şiirinin terk edilmesine razı değildir. Yeni bir çaba ile Divan şiirinin canlandırılmasını ister. Divan şiirinin geleneklerinden uzaklaşmaya başlayan Tanzimat şairleriyle bu yüzden tartışmaya girişir. Öğretmen olduğu için, kusurlara ve hatalara karşı tepkisi vardır. Şiirlerinde bu tepkilerini fırsat buldukça yansıtır. Eski biçim şiire Divan şiirine bağlılığını sürdürürken, duru sayılabilecek bir Türkçe’yi şiirlerinde kullanmaya çalışmaktan da geri kalmaz.

SANATI
Muallim Naci Varno’da öğrenim yıllarında Ahmet Mithat Efendi’nin eserlerini okuduğu bilinmektedir, bunun yanında Namık Kemal, Ziya Paşa ve Hamid’i de okumuş olacağı tahmin edilmektedir. Ahmet Hamdi Tanpınar, Naci’deki açık ve sade anlatım kapılarının bu yıllarda okuduğu eserler, özellikle Ahmet Mithat Efendi sayesinde açıldığını söyler. Böylece ondaki sadeliğin daha işin başında var olduğunu görürüz.

Naci’nin sanat dünyasının ve şiirindeki gurbet, yalnızlık, hüzün ve küskünlük şeklinde görünen belli başlı üç-dört ana temanın oluşumunda Rumeli ve Anadolu’nun birçok yerlerinde dolaşmasının olumlu, olumsuz birçok etkisi olur. Şiirlerinin, devrinde o kadar çok tartışma konusu edinilmesinin iki nedeni vardır. İlkini Naci kendisi belirtir: “Şimdi herkes öyle külfetli ifadeden hoşlanmıyor. Külfetten azade sade sözü seviyor. Onun için benim vakalarım da sevildi.” (Yazmış bulundum mukaddimesi) İkincisiyse, yenileşme gibi yabancılaşma akımının örneklerine karşı, onun eski şiirin üstatlarını andırır gazellerle çıkışıdır. O kendi şiirlerinde değişik denemelere gidebildiği halde, onu gençlere ve devrin bazı üstatlarına önemseten şey eskiyi devamlı olarak öne almasıdır.

Naci, çağdaşları olan Yenişehirli Avni Bey, H. Arif Hikmet Bey, Kazım Paşa ve diğerlerinin yanında eski şiiri sürdürürken, onlardan ayrı olarak da batı edebiyatını kendine göre değerlendirir. Onun sanat hayatına bakıldığında, zaman zaman kavgasını da yaptığı Türk dilini sadeleştirme, grameri doğru kullanma çabalarını da göz önünde bulundurmak gerekir. O, Türkçe’de yeni yeni öğrenilmeye başlanan ve zevk alınan gramerin kahramanıdır. Kendinden hemen sonra değilse bile daha sonra edebiyatımızda bütün dallarda topluca gerçekleşen sadeleşme olayında Naci’nin büyük etkisi vardır. Ayrıca döneminde önemli bir yer dolduran, nesline ve sonrakilere kadar uzanan hocalığı da vardır. Onun şiir tekniği ve aruzu kullanıştaki ustalığından Tevfik Fikret başta olmak üzere İsmail Safa, Nabizade Nazım; sonraları Mehmet Akif ve Yahya Kemal önemli şekilde yararlanır.

Muallim Naci’nin şiirinden hemen sonra denemeleri ve deneme yazarlığı gelir. O denemelerinde bazen bir hoca, bazen de bir eleştirmen tavrını takınır. Denemelerinde en çok değer verdiği ve üzerinde ısrarla durduğu şey, ahlak kavramı ve bu kavramın toplumdaki uygulanışıdır.

O, kendi denemelerini “külfetsiz makaleler” diye nitelendirir. Onun bu tür yazılarında sadelik kadar canlılık, akıcılık ve modern denemedekine benzer bir biçimde okuyucuyu konuya kolayca sokabilme, dar bir çerçevede; ele aldığı konu içinden rahatça çıkabilme başarısını da görebiliriz. İ. Habip ve Tanpınar gibi bazı edebiyat tarihçileri onun bu türden sade düz yazıları için “hali yırtarak istikbali gösteren bir nesir” tanımını yapar. Onun denemelerinin içinde en önemli ve en güzel yeri olan, bugün bile zevkle okunan Ömer’in Çocukluğu’dur. Ahmet Hamdi Tanpınar kitabın dönemindeki sadeliği için: “En mühim tarafı kendi çocukluğunun arasında bize, imparatorluğun o zamana kadar bel kemiği olan, dindar ve çalışkan haysiyetli bir zümrenin, esnaf sınıfının hayatını vermesidir.(…) Kitabın o kadar beğenilmesi ve hemen neşrinin senesinde Almanca’ya tercüme edilmesi bu sıcaklığındandır.” Der. Genellikle büyük şehri konu edinen ve kendi ardından Ahmet Rasim’in, daha sonraları Hüseyin Rahmi’nin çıkışını hazırlayan şey, yine onun “külfetsiz” nesridir.

Hayatının son yıllarında yazdığı manzum destan denemesi Ertuğrul Gazi ile arzuladığı bir mutluluğa ulaşan yazar için bu imkan, onun, eserini tamamlayabilmesi için iyi bir fırsattır; ancak ölümüyle birlikte bu isteği gerçekleşemez. Dönemindeki yabancılaşmaya yerli kültürün ana kaynakları üzerindeki çalışmalarıyla karşı çıkan, yeri geldiğinde bunun kavgasını yapan, henüz oluşum halindeki Tanzimat sonrası edebiyatına büyük emeklerini geçen, küçüklü büyüklü ellinin üzerinde kitabına rağmen asıl eserini tamamlayamadan ölen Muallim Naci devrinde önemli bir iz bırakır.

ESERLERİ
ŞİİRLERİ
ATEŞPARE(1883): Naci’nin İstanbul’da yayınlanan ilk şiir kitabıdır ve yeni teknikle yazdığı şiirlerini toplar. Şiir kitapları içinde en hacimlisi olup, ilginç yanları da en fazla olanıdır. Naci şöhretini bu eseriyle sağlar.
ŞERARE (1884): Gazel, şarkı, kıt’a, rubai ve benzeri divan tarzındaki şiirlerinin toplandığı kitabıdır. Sanat gücü yönünden Naci’nin en değerli eseri denebilir. Kendisi bu kitabı için, “Şerarem edebiyat göğünde dolaşıp duran Ateşparemin peykidir” der.
FÜRÜZAN (1886): Konu ve şekil yönünden eski tarzda yazılan şiirlerini toplar.
SÜNBÜLE (1890): İki bölümden meydana gelen kitabın birinci bölümünde eski tarzda yazılan şiirler yer alır. Tevfik Fikret’i hazırlayan konuşma diline yakın manzumeler de bundadır.
YADİGAR-I NACİ (1897): Naci’nin ölümünden sonra yakın dostu Şeyh Vasfi tarafından yazarın kitaplara girmemiş irili ufaklı şiirlerinden toplanarak yayınlanan bir kitabıdır.
TERKIB-İ BEND-İ MUALLİM NACİ (tarihsiz): Naci Varno Rüştiyesi’nde ikinci muallimken yayınlanan bu küçük eser Bağdatlı Ruhi ve Ziya Paşa örneğiyle meydana gelmiştir.
MESNEVİ-İ MUALLİM NACİ (1891): Daha çok 2. Abdülhamit’e övgülerin yer aldığı bu kitap küçük bir risaledir.

MANZUM DESTAN DENEMELERİ
HAMİYYET (1882): Endülüs Emevilerinin yıkılış devrinde vatanseverliğe ün yapan Musa Bin Ebi’l-Gazan’ın savaşlarını konu edinen dramatik manzum destan denemesi Naci’nin bu türde en başarılı eseridir.
ERTUĞRUL BEY GAZİ (1891): Naci’nin ölümünden iki yıl önce yazıldığı halde ancak ölümünden sonra yayınlanabilir bu destan denemesinde Osmanlıların kurucusu Ertuğrul Gazinin Anadolu’daki mücadeleleri anlatılmaktadır.

DÜZYAZI - DENEME - TENKİT – İNCELEME
YAZMIŞ BULUNDUM (1884): Naci’nin Tercüman-ı Hakikata yolladığı on dört mektup ve bunlara verilen cevaplardan meydana gelir.
MEDRESE HATIRALARI (1886): Naci’nin medresede okurken, hocasından duyduklarını ve okuduğu çeşitli kitaplardan ilginç bulduğu parçaları bir araya getirmesiyle oluşur.
DEMDEME (1886): Recaizade’nin Naci’yi küçük düşürücü Üçüncü Zemzeme Mukaddimesiyle Takdir-i Elhan’ına karşılık Saadet gazetesinde yayınlanan yazıların bir araya getirilmiş şeklidir.
MUALLİM (1886): Tercüman-ı Hakikat’ın edebiyat bölümü yönetirken buraya gelen edebiyatla ilgili yazılar ve şiirlerle, bunlara yazarın eleştiri tipinde verdiği cevaplar yer alır.
MEKTUPLARIM (1886): Çok çeşitli konularda, uzun-kısa deneme tipinde yetmiş dokuz mektuptan meydana gelmiştir.
ÖMER’İN ÇOCUKLUĞU (1890): Sünbüle’nin ikinci kısmını Naci’nin sekiz yaşına kadar süren hayatını anlattığı ÖMER’İN ÇOCUKLUĞU meydana getirir.
ISTILAHAT-I EDEBİYE (1890): Divan şiir ve edebiyatının belagat kaidelerini ve edebi sanatları en iyi açıklayıp inceleyen bir kitaptır.

BİYOĞRAFİK ÇALIŞMALAR
OSMANLI ŞAİRLERİ (1890): Yirmi altı Osmanlı şairinin hayat hikayeleri ve eserlerinden seçmeler meydana gelir.
ESAMİ (1891): Harf sırasına göre kadın-erkek yedi yüzün üzerinde Müslüman şahsiyet hakkında ansiklopedik bir eserdir.

DİL – LÜGAT ÇALIŞMALARI
LÜGAT-I NACİ (1900): Son zamanlarına kadar önemini koruyan küçük cep lügatidir.

TERCÜMELER
SANİHAT – ÜL – ARAB (1886): Arap edebiyatından seçmeler.
MÜTERLEM (1887): Doğu edebiyatlarından yapılan düzyazı tercümeleridir

TİYATRO ÇALIŞMALARI
HEDER (1909): Trajedi

Muallim Naci'nin Edebi Kişiliğinin Maddeler Halinde Özeti
 
1. Tanzimat döneminde yaşamasına rağmen -medrese kültürünün etkisiyle- Divan edebiyatı anlayışını savunmuş, eski edebiyat ile yeni edebiyat mücadelelerinde eski edebiyat taraftarlarının lideri olmuştur.
 
2. Recaizade Mahmut Ekrem ile sanat konusunda giriştiği tartışmalardan dolayı yeni sanatın karşısında gösterilmiştir. Oysa aruzu konuşma diline uygulamakta, Türkçenin sesine özgürlük kazandırmakta Tanzimat şairlerinin ilerisindedir. Edebiyatımızdaki hızlı ve aşırı değişim döneminde düşünceleri iyi anlaşılamamıştır.
 
3. Divan edebiyatına, Batılı bir görüşle ilk dönüşü o yapmış; ilk şiirlerinde Nedim'in şuh edası göze çarpar.
 
4. Çağdaşları gibi şiirin konusunu genişletmiş, tabiat tasvirlerine önem vermiş, aruzu Türkçeye çok iyi uygulamıştır.
 
5. Yüreği ile eskiye aklı ile yeniye bağlıdır.
 
6. Şiirlerini sade bir dille ve aruz ölçüsüyle yazmıştır.
 
7. Çocukluk yıllarını anlatırken dilimizin en güzel nesir örneklerini vermiş; en güzel, en sade Tanzimat nesri onundur.
 
8. Muallim Naci, Recaizade ile girdiği kafiye tartışmasında, göz için kafiye anlayışını savunmuştur. Bu kavga büyük yankı uyandırmıştır.
 
9. Edebiyatımızın köyü anlatan ilk şiiri olan Köylü Kızların şarkısı Muallim Naci'ye aittir.
 
10. Demdeme adlı eserinde, Recaizade ile yaptığı edebi kavgaları toplamış, Recaizade'nin Zemzeme adlı eserine karşılık vermiştir.
 

Nabizade Nazım


Nabizade Nazım (1862-1893)

1862’de (?) İstanbul’da doğdu. 1878-1884 yılları arasında, Sübyan mektebinde, Fevziye Rüşdiyesi’nde ve Beşiktaş Askeri Rüşdiyesi’nde, Mühendishane-i Berri-i Hümayun İdadisi’nde öğrenim gördü. Topçu teğmeniyken Erkân-ı Harbiye’yi de bitirip ekan-ı harp (kurmay) yüzbaşısı oldu (1886). Önce, matematik ve askerlik dersleri öğretmenliği yapan Nabizâde Nâzım, bilahare Erkan-ı Harbiye’de görevlendirildi. İki yıl Suriye’de çalıştı. İstanbul’a döndüğünde kemik veremine yakalanarak Haydarpaşa hastahanesinde bir süre yattı ve 6 Ağustos 1893 tarihinde burada öldü. 

Edebi Kişiliği 
1. Tanzimat edebiyatının gerçekçi yazarlarından biri olna Nabizade Nazım, realizmin edebiyatımızdaki ilk önemli temsilcilerinden biri olarak köye yönelik ilk romanımız olan Karabibik'in yazarıdır.

2. Karabibik'te Antalya'nın bir köyündeki hayat anlatılır. Kırsal kesim gerçeğine ilk kez değinilen bu roman; romandan çok uzun hikaye özelliği göstermektedir.

3. Sanatçının diğer öenmli eseri Zehra'dır. Zehra'da İstanbul'daki bir Türk ailesinin yaşamı anlatılır.

4. Zehra, edebiyatımızın ilk tezli romanıdır. Bu roman, psikolojik çözümlemeler içermesi bakımından önemlidir. Ayrıca romanda, karakterlerin tasvir ve tahlilleri de oldukça başarılıdır.

5. Nabizade Nazım eserlerinde sade bir dil kullanmaya çalışmıştır.

Eserleri: 
Roman ve Hikayeleri: 
Yadigârlarım (1886)
Zavallı Kız (1890)
Bir Hâtıra (1890)
Karabibik (1891) Sevdâ (1891)
Hâlâ Güzel (1891)
Haspa (1891)
Seyyie-i Tesâmüh (1892)
Zehra (roman-1886)