16 Mayıs 2013 Perşembe

Emin Bülent Serdaroğlu


EMİN BÜLENT SERDAROĞLU (1886 – 1942)
  • Galatasaray futbol takımının ilk kaptanıdır ve kurucuları arasındadır. Fenerbahçe ile oynanan ilk maçta ilk golü atmıştır.
  • Fecriati Döneminde “destansı” yönü ağır basan epik şiirler yazmıştır.
  • Hem bireysel hem de toplumsal konularda şiirler yazmıştır.
  • Şiirlerinde benzetme ve istiarelere gereğinden çok yer vermiştir.
  • Victor Hugo’nun “Mavi Gözlü Yunan Çocuğu” adlı şiirine karşı yazmış olduğu “Kin” şiiriyle tanınmıştır.
Eserleri:
  • Şiir: Kin, Hatay’a Selam, Dev Şarkısı

Tahsin Nihat


     TAHSİN NAHİT (1887 – 1919)
  • Fecr-i Ati topluluğu şairi ve oyun yazarıdır.
  • Bireysel konulu şiirler yazmıştır.
  • Şiirleri sanat gücü bakımından çok güçlü değildir.
  • Şiirleri Ahmet Haşim etkisindedir.
  • “Adalar, Kamer ve Zühre şairi” olarak tanınmıştır.
  • Genelde kadın ve aşk temalarını işlemiştir.
  • Tiyatroyla da yakından ilgilenmiştir. Tekniği zayıftır.
Eserleri:
  • Şiir: Ruh-i Bikayd
  • Tiyatro: Hicranlar, Jön Türk, Firar, Aşkımız, Sanatkârlar, Ben Başka, Talak, Kırık Mahfaza, Osman-ı Sani, Kösem Sultan

Ahmet Haşim



1884 yılında Bağdat’ta doğan Ahmet Haşim, Fecriati topluluğu dağıldıktan sonra da edebî anlayışını değiştirmeden sanat hayatına devam etmiştir. Sembolizmin edebiyatımızdaki en önemli temsilcisi olan sanatçı, Cenap Şahabettin’in sadece müziği ve ahengi ön plan çıkaran sembolist şiir anlayışına semboller ve hayal unsurlarını kullanmayı da ekleyerek şair, şiirlerinde bunu başarıyla uygulamıştır.
Babasının Arabistan vilâyetlerindeki memuriyetleri sebebiyle düzensiz bir ilkokul tahsili görmüş ve bu yaşamında Arapçayı öğrenmiştir. Annesinin ölümü üzerine 12 yaşında babasıyla birlikte İstanbul’a gelmiş ve Galatasaray Lisesi’ne gitmiştir. I. Dünya Savaşı’ndaki askerliği (1914-1918) sırasında Anadolu’nun çeşitli yerlerini görme fırsatı bulmuştur. 1924′te Paris’e, 1932′de de hastalığı sebebiyle Frankfurt’a gitmiştir. Daha sonra buradaki yaşamını “Frankfurt Seyahatnamesi” adlı eserinde anlatmıştır. Ahmet Haşim’in sanat ve edebiyata olan ilgisi Galatasaray Lisesi’nde başlar.
Edebi Kişiliği
Bilinen ilk manzumesi “Leyâl-i Aşkım” 1901′de “Mecmua-i Edebiyye”de yayınlandı. Bu dönemde Muallim Naci, Abdülhak Hâmid, Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin’in tesiri altında kalmıştır. Son sınıfta iken Fransız şiirini ve sembolistleri tanıdı. Bundan sonra kendi şahsiyetini gösterdi ve ilk şiirlerini kitaplarına almadı. 1905-1908 yılları arasında yazdığı ve daha sonra Piyâle kitabına aldığı “Şii’r-i Kamer” serisindeki şiirleri hayal zenginliği, iç ahenkteki kuvvet ve büyük telkin kabiliyeti ile dikkat çekti ve beğenildi.
Şiirleri o güne kadar alışılmış biçimlere benzemediği için bazı kesimlerden tepki ve eleştiri alan Ahmet Haşim, bu tepki ve eleştirileri “Piyale” kitabının girişinde cevaplar, “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” başlığıyla verdiği bu cevaplar aynı zamanda sanatçının kendi şiir görüşünün de bir açıklamasıdır. Ahmet Haşim bu yazısında şiiri şöyle tanımlar: “fiiir bir hikâye değil, sessiz bir şarkıdır; şair de ne bir gerçek habercidir, ne güzel konuşan insan, ne de bir kanun koyucudur.”
1909′da kurulan Fecriati topluluğuna girmiştir. “Edebiyatı ideolojinin değil, estetiğin emrine vermek” prensibinden hareket eden Fecriati topluluğunun yayın organı olan Servet-i Fünûn dergisinde şiirleri yayımlanmıştır. Servetifünun Edebiyatına yapılan hücumlara makaleleriyle katılmıştır. 1911′de yayımlanan Göl Saatleri adlı şiirleriyle haklı bir şöhret kazanmıştır. Fecriati dağıldıktan sonra siyasî ve edebî akımların dışında kendisine has bir şiir ve nesir anlayışının tek temsilcisi olarak kalmıştır. Milli Edebiyat döneminde eser vermeye devam eden sanatçı, Yahya Kemal’le birlikte “saf (öz) şiirin” de en önemli temsilcisi olur.
Kısaca özetleyecek olursak;
  • Fecriati’nin temsilcilerinden olan şair, topluluk dağıldıktan sonra hiçbir edebi topluluğa katılmamış; sanat anlayışını değiştirmeden sanat yaşamına bağımsız olarak devam etmiştir.
  • İlk şiiri Hayal-i Aşkım’ı 1905′te yayımlamıştır.
  • Sembolizmden etkilenmiştir. Şiirlerindeki doğa manzaraları, sembolistlerin genellikle tercih ettiği “akşam, şafak, gurup, gece, mehtap, güller, yıldızlar, ormanlar” gibi hayal kurmaya uygun yerler ve durumlardır. Empresyonizmden de etkilenmiştir.
  • Türk edebiyatında “akşam şairi” olarak da tanınır.
  • “Sanat için sanat” anlayışını benimsemiş, toplumsal konularla ilgilenmemiştir.
  • Şiirlerinde daha çok serbest müstezat nazım biçimini kullanmıştır.
  • Çocukluk anıları, aşk ve tabiat şiirlerinin başlıca temalarıdır.
  • Bütün şiirlerini aruz ölçüsüyle yazmıştır. “Köylü vezni” olarak nitelendirdiği heceyi musiki açısından çok yetersiz bulduğu için kullanmamıştır.
  • Şiirlerinde anlaşılmak için bir kaygısı yoktur. Dili ağırdır. Arapça, Farsça sözcük ve tamlamalarla yüklü bir dil kullanmıştır. Son dönem şiirlerinde dil sadedir.
  • Şiirleri imge ve iç ahenk bakımından çok zengindir.
  • Şiirleri dış dünyaya ait gözlemlerinin kendi iç dünyasına bıraktığı izlenimlerini yansıtır. Dış dünya, Haşim’in hayal dünyasının en güzel renklerine bürünerek şiirlerine yansır.
  • Düz yazı türlerinde de çok başarılıdır. Fıkra, sohbet, gezi türündeki yapıtlarında kendine özgü bir üslubu vardır. Bu yazılarda parlak zekâsını ortaya koyan orijinal buluş ve görüşleri yer alır.
  • Düz yazılarında dil, şiirlerine göre sadedir. Bazen nükteli ve alaycı bir üslup kullanmıştır.
  • Şiirle ilgili görüşlerini “Piyale” adlı şiir kitabının ön sözünde (Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar) açıklamıştır.
  • Şiirle ilgili görüşleri: Şiirin asıl özelliği duyulmaktır. Şiirin dili “musiki” ile “söz” arasında sözden ziyade musikiye yakındır. Şiirdeki bu dil “bir açıklama vasıtası olmaktan çok bir telkin aracı”dır. Şiirde musiki anlamdan önce gelir. Bu sözcükler şiire anlam değerinden çok musiki değerlerine göre girer. Şiirin anlam bakımından açık olması önemli değildir. Şiirin doğduğu yer şuuraltıdır (bilinçaltıdır). Şiir düz yazıya çevrilemeyen bir nazımdır. Şiir bir hikâye değil, sessiz bir şarkıdır. Şiirde anlam aramak, eti için bülbülü öldürmek gibidir. En güzel şiirler anlamlarını okuyucunun ruhundan alan şiirlerdir. Şiirde önemli olan anlam değil, söyleyiş özellikleridir.
  • “Merdiven”, “O Belde” en önemli şiirleridir. Ayrıca Bkz. Merdiven Şiiri Tahlili
Eserleri:
  • Şiir: Göl Saatleri, Piyale
  • Gezi: Frankfurt Seyahatnamesi
  • Deneme-Fıkra: Gurebahane-i Laklakan, Bize Göre

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Direktör Ali Bey

Direktör Ali Bey (1844-1899)

İstanbul'da 1844 senesinde doğdu. Babası Halep ve Şam kethüdalıklarında bulunmuş Yusuf Cemil Efendidir. İlk öğrenimini özel hocalardan ders alarak yaptı. Küçük yaşta Fransızca öğrendi. On dört yaşında Babıali Tercüme Odasına memur girdi ve on sene kadar çalıştı. Sonra Sıhhiye Meclisi Azası, 1873'te ise Karantina Başkatibi oldu. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşından önce Varna'ya mutasarrıf tayin edildi. Savaşın Osmanlı aleyhine dönmesi üzerine, İstanbul'a geldi. Bir süre sonra Düyun-ı Umumiye Müfettişi olarak doğu vilayetleri ve Irak'ta görev yaptı (1885). Irak'tan Hindistan'a giden Ali Bey, kısa süre sonra İstanbul'a döndü. 1890-1893 tarihleri arasında Trabzon'da valilik yaptı. Sonra tekrar Düyun-ı Umumiye'de çalışmaya başladı ve buranın direktörü oldu. Ölünceye kadar aynı görevde kalan Ali Bey, "Direktör" lakabıyla meşhur oldu. 3 Şubat 1899'da İstanbul'da öldü. Anadoluhisarı'ndaki Göksu Mezarlığına defnedildi.

Edebi Kişiliği

1. Ali Bey, Türk tiyatrosunun kurulmasında büyük gayret ve çaba harcamıştır.

2. Başta tiyatro olmak üzere mizah ve seyahat edebiyatı alanlarında eser vermiştir.

3. Tanzimat'tan sonra çıkarılan ilk mizah mecmuası Diyojen'de yayınlanan yazıları, Türk mizah edebiyatının o devirdeki en güzel örnekleri olarak kabul edilir.

4. Tiyatroları genelde komedi türündedir. Tiyatro dili bakımından Ahmed Vefik Paşanın izindedir. Ondan farklı olarak, özellikle halk konuşmalarına yaklaşmış, günlük konuşmalardan ve Türk dilini renklendiren pek çok klişe ve deyimlerden de faydalanmıştır.

Eserleri:  

Kokana Yatıyor yahut Madam Uykuda (Tek perdelik komedi 1870)

Tosun Ağa (Üç perdelik komedi, 1870)

Ayyar Hamza (1871)

Müsafir-i İstiskal (Tek perdelik komedi, 1871)

Geveze Berber (İki perdelik komedi, 1873)

Gavo Minar ve Şürekası (Üç perdelik komedi (1889)

Evlenmek İster Bir Adam (Tercüme roman 1897)

Lehcet-ül-Hakayık (Mizah sözlüğü, 1897)

Seyahat Jurnali (Hindistan gezisine ait notlar, 1897)

Seyyareler (Mizahi hikaye 1897).

Muallim Naci

Muallim Naci (1850-1893)

Tanzimat dönemi Edebiyatımızın şair ve yazarlarından olan Muallim Naci, divan şiiri akımına yeniden hız vermeye çalışır, bu yoldaki şiir çalışmaları sırasında, yeni zevkin o günkü temsilcileriyle tartışmalara girer, medrese kültürü etkisiyle divan şiiri etkisiyle divan şiiri yazarken, Avrupai zevke uygun şiirler de yazar.

HAYATI
Asıl adı Ömer olan Muallim Naci, 1850’de İstanbul’da doğar. 1857’de babası ölünce, annesiyle birlikte Varno’daki dayısının yanına gider. Varno Medresesi’nde öğrenimini yaptıktan sonra 1867’de Varno Rüştiyesi’nde öğretmenliğe başlar. Bu arada, Naci mahlasıyla şiirler yazar. Mutasarrıf Sait Paşanın yanında Rumeli ve Anadolu’da çeşitli yerlerde memurluk yaptıktan sonra İstanbul’a döner ve 1883-1885 yıllarında Tercüman-ı Hakikat gazetesinin edebi yayınlarını idare eder. Daha sonra Saadet ve Vakit gazetelerinde çalışır, ayrıca Mekteb-i Sultani ve Mekteb-i Hukuk’ta öğretmenlik yapar. 1891’de vakanüvis olan Muallim Naci ilk yazıları “Tuna” gazetesinde çıkar. Bazı manzumeleri açık, duru bir dille yazılmış olması dolayısıyla sevilir. Bütün eserlerinde Doğulu bir ruh ve biçim görülür. Divan şiiri akımına yeniden hız verir. Yeni edebiyatın o günkü temsilcileri Recaizade Mahmut Ekrem ile Abdülhak Hamit Tarhan’a karşı koyar. Yazdığı bir anı kitabı, çağı için üstün bir sadeliktir. Ayrıca Arap, Fas, Fransız edebiyatlarından çevirileri de vardır. Kitaplarının sayısı kırkı bulur. Muallim Naci, 13 Nisan 1893’te henüz kırk üç yaşında iken
İstanbul’da ölür… Mezar taşında nesih hatla kendinin şu beyiti yazlıdır:

Hak perestim arz-ı ihlas ettiğim dergah bir
Bir nefes tevhidden ayrılmadım Allah bir.

EDEBİ KİŞİLİĞİ
Muallim Naci, Divan edebiyatı şiirinin terk edilmesine razı değildir. Yeni bir çaba ile Divan şiirinin canlandırılmasını ister. Divan şiirinin geleneklerinden uzaklaşmaya başlayan Tanzimat şairleriyle bu yüzden tartışmaya girişir. Öğretmen olduğu için, kusurlara ve hatalara karşı tepkisi vardır. Şiirlerinde bu tepkilerini fırsat buldukça yansıtır. Eski biçim şiire Divan şiirine bağlılığını sürdürürken, duru sayılabilecek bir Türkçe’yi şiirlerinde kullanmaya çalışmaktan da geri kalmaz.

SANATI
Muallim Naci Varno’da öğrenim yıllarında Ahmet Mithat Efendi’nin eserlerini okuduğu bilinmektedir, bunun yanında Namık Kemal, Ziya Paşa ve Hamid’i de okumuş olacağı tahmin edilmektedir. Ahmet Hamdi Tanpınar, Naci’deki açık ve sade anlatım kapılarının bu yıllarda okuduğu eserler, özellikle Ahmet Mithat Efendi sayesinde açıldığını söyler. Böylece ondaki sadeliğin daha işin başında var olduğunu görürüz.

Naci’nin sanat dünyasının ve şiirindeki gurbet, yalnızlık, hüzün ve küskünlük şeklinde görünen belli başlı üç-dört ana temanın oluşumunda Rumeli ve Anadolu’nun birçok yerlerinde dolaşmasının olumlu, olumsuz birçok etkisi olur. Şiirlerinin, devrinde o kadar çok tartışma konusu edinilmesinin iki nedeni vardır. İlkini Naci kendisi belirtir: “Şimdi herkes öyle külfetli ifadeden hoşlanmıyor. Külfetten azade sade sözü seviyor. Onun için benim vakalarım da sevildi.” (Yazmış bulundum mukaddimesi) İkincisiyse, yenileşme gibi yabancılaşma akımının örneklerine karşı, onun eski şiirin üstatlarını andırır gazellerle çıkışıdır. O kendi şiirlerinde değişik denemelere gidebildiği halde, onu gençlere ve devrin bazı üstatlarına önemseten şey eskiyi devamlı olarak öne almasıdır.

Naci, çağdaşları olan Yenişehirli Avni Bey, H. Arif Hikmet Bey, Kazım Paşa ve diğerlerinin yanında eski şiiri sürdürürken, onlardan ayrı olarak da batı edebiyatını kendine göre değerlendirir. Onun sanat hayatına bakıldığında, zaman zaman kavgasını da yaptığı Türk dilini sadeleştirme, grameri doğru kullanma çabalarını da göz önünde bulundurmak gerekir. O, Türkçe’de yeni yeni öğrenilmeye başlanan ve zevk alınan gramerin kahramanıdır. Kendinden hemen sonra değilse bile daha sonra edebiyatımızda bütün dallarda topluca gerçekleşen sadeleşme olayında Naci’nin büyük etkisi vardır. Ayrıca döneminde önemli bir yer dolduran, nesline ve sonrakilere kadar uzanan hocalığı da vardır. Onun şiir tekniği ve aruzu kullanıştaki ustalığından Tevfik Fikret başta olmak üzere İsmail Safa, Nabizade Nazım; sonraları Mehmet Akif ve Yahya Kemal önemli şekilde yararlanır.

Muallim Naci’nin şiirinden hemen sonra denemeleri ve deneme yazarlığı gelir. O denemelerinde bazen bir hoca, bazen de bir eleştirmen tavrını takınır. Denemelerinde en çok değer verdiği ve üzerinde ısrarla durduğu şey, ahlak kavramı ve bu kavramın toplumdaki uygulanışıdır.

O, kendi denemelerini “külfetsiz makaleler” diye nitelendirir. Onun bu tür yazılarında sadelik kadar canlılık, akıcılık ve modern denemedekine benzer bir biçimde okuyucuyu konuya kolayca sokabilme, dar bir çerçevede; ele aldığı konu içinden rahatça çıkabilme başarısını da görebiliriz. İ. Habip ve Tanpınar gibi bazı edebiyat tarihçileri onun bu türden sade düz yazıları için “hali yırtarak istikbali gösteren bir nesir” tanımını yapar. Onun denemelerinin içinde en önemli ve en güzel yeri olan, bugün bile zevkle okunan Ömer’in Çocukluğu’dur. Ahmet Hamdi Tanpınar kitabın dönemindeki sadeliği için: “En mühim tarafı kendi çocukluğunun arasında bize, imparatorluğun o zamana kadar bel kemiği olan, dindar ve çalışkan haysiyetli bir zümrenin, esnaf sınıfının hayatını vermesidir.(…) Kitabın o kadar beğenilmesi ve hemen neşrinin senesinde Almanca’ya tercüme edilmesi bu sıcaklığındandır.” Der. Genellikle büyük şehri konu edinen ve kendi ardından Ahmet Rasim’in, daha sonraları Hüseyin Rahmi’nin çıkışını hazırlayan şey, yine onun “külfetsiz” nesridir.

Hayatının son yıllarında yazdığı manzum destan denemesi Ertuğrul Gazi ile arzuladığı bir mutluluğa ulaşan yazar için bu imkan, onun, eserini tamamlayabilmesi için iyi bir fırsattır; ancak ölümüyle birlikte bu isteği gerçekleşemez. Dönemindeki yabancılaşmaya yerli kültürün ana kaynakları üzerindeki çalışmalarıyla karşı çıkan, yeri geldiğinde bunun kavgasını yapan, henüz oluşum halindeki Tanzimat sonrası edebiyatına büyük emeklerini geçen, küçüklü büyüklü ellinin üzerinde kitabına rağmen asıl eserini tamamlayamadan ölen Muallim Naci devrinde önemli bir iz bırakır.

ESERLERİ
ŞİİRLERİ
ATEŞPARE(1883): Naci’nin İstanbul’da yayınlanan ilk şiir kitabıdır ve yeni teknikle yazdığı şiirlerini toplar. Şiir kitapları içinde en hacimlisi olup, ilginç yanları da en fazla olanıdır. Naci şöhretini bu eseriyle sağlar.
ŞERARE (1884): Gazel, şarkı, kıt’a, rubai ve benzeri divan tarzındaki şiirlerinin toplandığı kitabıdır. Sanat gücü yönünden Naci’nin en değerli eseri denebilir. Kendisi bu kitabı için, “Şerarem edebiyat göğünde dolaşıp duran Ateşparemin peykidir” der.
FÜRÜZAN (1886): Konu ve şekil yönünden eski tarzda yazılan şiirlerini toplar.
SÜNBÜLE (1890): İki bölümden meydana gelen kitabın birinci bölümünde eski tarzda yazılan şiirler yer alır. Tevfik Fikret’i hazırlayan konuşma diline yakın manzumeler de bundadır.
YADİGAR-I NACİ (1897): Naci’nin ölümünden sonra yakın dostu Şeyh Vasfi tarafından yazarın kitaplara girmemiş irili ufaklı şiirlerinden toplanarak yayınlanan bir kitabıdır.
TERKIB-İ BEND-İ MUALLİM NACİ (tarihsiz): Naci Varno Rüştiyesi’nde ikinci muallimken yayınlanan bu küçük eser Bağdatlı Ruhi ve Ziya Paşa örneğiyle meydana gelmiştir.
MESNEVİ-İ MUALLİM NACİ (1891): Daha çok 2. Abdülhamit’e övgülerin yer aldığı bu kitap küçük bir risaledir.

MANZUM DESTAN DENEMELERİ
HAMİYYET (1882): Endülüs Emevilerinin yıkılış devrinde vatanseverliğe ün yapan Musa Bin Ebi’l-Gazan’ın savaşlarını konu edinen dramatik manzum destan denemesi Naci’nin bu türde en başarılı eseridir.
ERTUĞRUL BEY GAZİ (1891): Naci’nin ölümünden iki yıl önce yazıldığı halde ancak ölümünden sonra yayınlanabilir bu destan denemesinde Osmanlıların kurucusu Ertuğrul Gazinin Anadolu’daki mücadeleleri anlatılmaktadır.

DÜZYAZI - DENEME - TENKİT – İNCELEME
YAZMIŞ BULUNDUM (1884): Naci’nin Tercüman-ı Hakikata yolladığı on dört mektup ve bunlara verilen cevaplardan meydana gelir.
MEDRESE HATIRALARI (1886): Naci’nin medresede okurken, hocasından duyduklarını ve okuduğu çeşitli kitaplardan ilginç bulduğu parçaları bir araya getirmesiyle oluşur.
DEMDEME (1886): Recaizade’nin Naci’yi küçük düşürücü Üçüncü Zemzeme Mukaddimesiyle Takdir-i Elhan’ına karşılık Saadet gazetesinde yayınlanan yazıların bir araya getirilmiş şeklidir.
MUALLİM (1886): Tercüman-ı Hakikat’ın edebiyat bölümü yönetirken buraya gelen edebiyatla ilgili yazılar ve şiirlerle, bunlara yazarın eleştiri tipinde verdiği cevaplar yer alır.
MEKTUPLARIM (1886): Çok çeşitli konularda, uzun-kısa deneme tipinde yetmiş dokuz mektuptan meydana gelmiştir.
ÖMER’İN ÇOCUKLUĞU (1890): Sünbüle’nin ikinci kısmını Naci’nin sekiz yaşına kadar süren hayatını anlattığı ÖMER’İN ÇOCUKLUĞU meydana getirir.
ISTILAHAT-I EDEBİYE (1890): Divan şiir ve edebiyatının belagat kaidelerini ve edebi sanatları en iyi açıklayıp inceleyen bir kitaptır.

BİYOĞRAFİK ÇALIŞMALAR
OSMANLI ŞAİRLERİ (1890): Yirmi altı Osmanlı şairinin hayat hikayeleri ve eserlerinden seçmeler meydana gelir.
ESAMİ (1891): Harf sırasına göre kadın-erkek yedi yüzün üzerinde Müslüman şahsiyet hakkında ansiklopedik bir eserdir.

DİL – LÜGAT ÇALIŞMALARI
LÜGAT-I NACİ (1900): Son zamanlarına kadar önemini koruyan küçük cep lügatidir.

TERCÜMELER
SANİHAT – ÜL – ARAB (1886): Arap edebiyatından seçmeler.
MÜTERLEM (1887): Doğu edebiyatlarından yapılan düzyazı tercümeleridir

TİYATRO ÇALIŞMALARI
HEDER (1909): Trajedi

Muallim Naci'nin Edebi Kişiliğinin Maddeler Halinde Özeti
 
1. Tanzimat döneminde yaşamasına rağmen -medrese kültürünün etkisiyle- Divan edebiyatı anlayışını savunmuş, eski edebiyat ile yeni edebiyat mücadelelerinde eski edebiyat taraftarlarının lideri olmuştur.
 
2. Recaizade Mahmut Ekrem ile sanat konusunda giriştiği tartışmalardan dolayı yeni sanatın karşısında gösterilmiştir. Oysa aruzu konuşma diline uygulamakta, Türkçenin sesine özgürlük kazandırmakta Tanzimat şairlerinin ilerisindedir. Edebiyatımızdaki hızlı ve aşırı değişim döneminde düşünceleri iyi anlaşılamamıştır.
 
3. Divan edebiyatına, Batılı bir görüşle ilk dönüşü o yapmış; ilk şiirlerinde Nedim'in şuh edası göze çarpar.
 
4. Çağdaşları gibi şiirin konusunu genişletmiş, tabiat tasvirlerine önem vermiş, aruzu Türkçeye çok iyi uygulamıştır.
 
5. Yüreği ile eskiye aklı ile yeniye bağlıdır.
 
6. Şiirlerini sade bir dille ve aruz ölçüsüyle yazmıştır.
 
7. Çocukluk yıllarını anlatırken dilimizin en güzel nesir örneklerini vermiş; en güzel, en sade Tanzimat nesri onundur.
 
8. Muallim Naci, Recaizade ile girdiği kafiye tartışmasında, göz için kafiye anlayışını savunmuştur. Bu kavga büyük yankı uyandırmıştır.
 
9. Edebiyatımızın köyü anlatan ilk şiiri olan Köylü Kızların şarkısı Muallim Naci'ye aittir.
 
10. Demdeme adlı eserinde, Recaizade ile yaptığı edebi kavgaları toplamış, Recaizade'nin Zemzeme adlı eserine karşılık vermiştir.
 

Nabizade Nazım


Nabizade Nazım (1862-1893)

1862’de (?) İstanbul’da doğdu. 1878-1884 yılları arasında, Sübyan mektebinde, Fevziye Rüşdiyesi’nde ve Beşiktaş Askeri Rüşdiyesi’nde, Mühendishane-i Berri-i Hümayun İdadisi’nde öğrenim gördü. Topçu teğmeniyken Erkân-ı Harbiye’yi de bitirip ekan-ı harp (kurmay) yüzbaşısı oldu (1886). Önce, matematik ve askerlik dersleri öğretmenliği yapan Nabizâde Nâzım, bilahare Erkan-ı Harbiye’de görevlendirildi. İki yıl Suriye’de çalıştı. İstanbul’a döndüğünde kemik veremine yakalanarak Haydarpaşa hastahanesinde bir süre yattı ve 6 Ağustos 1893 tarihinde burada öldü. 

Edebi Kişiliği 
1. Tanzimat edebiyatının gerçekçi yazarlarından biri olna Nabizade Nazım, realizmin edebiyatımızdaki ilk önemli temsilcilerinden biri olarak köye yönelik ilk romanımız olan Karabibik'in yazarıdır.

2. Karabibik'te Antalya'nın bir köyündeki hayat anlatılır. Kırsal kesim gerçeğine ilk kez değinilen bu roman; romandan çok uzun hikaye özelliği göstermektedir.

3. Sanatçının diğer öenmli eseri Zehra'dır. Zehra'da İstanbul'daki bir Türk ailesinin yaşamı anlatılır.

4. Zehra, edebiyatımızın ilk tezli romanıdır. Bu roman, psikolojik çözümlemeler içermesi bakımından önemlidir. Ayrıca romanda, karakterlerin tasvir ve tahlilleri de oldukça başarılıdır.

5. Nabizade Nazım eserlerinde sade bir dil kullanmaya çalışmıştır.

Eserleri: 
Roman ve Hikayeleri: 
Yadigârlarım (1886)
Zavallı Kız (1890)
Bir Hâtıra (1890)
Karabibik (1891) Sevdâ (1891)
Hâlâ Güzel (1891)
Haspa (1891)
Seyyie-i Tesâmüh (1892)
Zehra (roman-1886)
 

Samipaşazade Sezai

Samipaşazade Sezai (1860-1936

1860’ta İstanbul’da doğdu. 26 Nisan 1936’da İstanbul’da yaşamını yitirdi. "Sergüzeşt" romanının yazarı. Babası Abdurrahman Sami Paşa'nın konağında özel öğrenim gördü. 1880’de ağabeyi Suphi Paşa'nın başında olduğu Evkaf Nezareti Mektub-i Kalemi'ne memur olarak girdi. Ertesi yıl Londra elçiliği ikinci katipliğine atandı. İngiltere’de kaldığı 4 yıl boyunca İngiliz ve Fransız edebiyatlarını inceledi. Elçilikteki görevinden İstifa edip İstanbul’a döndü. İstişare Odasına memur oldu. İlk romanı "Sergüzeşt" yüzünden göz hapsine alındığını düşünerek 1901'de Paris’e gitti Jön Türkler'e katıldı. Meşrutiyet’in ilanına kadar Paris'te kaldı. İttihat ve Terakki'nin Paris merkezinde görev yaptı. Örgütün yayın organı olan "Şura-yı Ümmet" gazetesinde 2'nci Abdülhamit'in baskıcı rejimini eleştiren yazılar yazdı. 1908’de 2'nci Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul’a döndü.

1909'da Madrid Büyükelçiliği'ne atandı. Birinci Dünya Savaşı başlayınca Madrit’ten İsviçre’ye geçti, savaşın sonuna kadar burada kaldı. 1921’de emekliye ayrıldı ve İstanbul’a döndü. Yaşamının son yıllarında kendisine, Büyük Millet Meclisi kararıyla "Hidamat-ı vataniyye tertibinden" maaş bağlandı. Divan edebiyatına karşı çıkan Namık Kemal, Abdülhak Hamit Tarhan gibi yazarların etkisiyle Batı edebiyatına yöneldi. Alphonse Daudet'den esinlenerek yazdığı kısa öykülerle Batılı anlamda ilk gerçekçi ürünleri verdi. 1874'te "Kamer" gazetesinde yayınlanan söylev türündeki ilk yazılarıyla adını duyurdu. İlk kitabı 3 perdelik tiyatro oyunu "Şir" 1879'da basıldı. İlk romanı olan ve kendisine büyük ün sağlayan "Sergüzeşt" Türk edebiyatında romantizmden gerçekçiliğe geçişin başarılı örneklerinden biri sayılır. Bu romanda bir paşazade ile bir cariyenin aşk öyküsü anlatılır.

1892'de Samipaşazade Sezai, Küçük Şeyler'iyle öyküyü andıran ustalıklı ürünler verir. Bu yapıtın ürünlerinde "Pandomima", benim o güne kadar görebildiğim örneklerin hepsinden üstün. Artık doğaötesi güçler, rastlantılar ayıklanmıştır öyküden. "Pandomima" yalın bir çizgide gelişir, karşılıksız kalan bir aşkı anlatır yalnızca. Uzaktan uzağa ruhsal sarsıntılara, kişilik çözümlemesine rastlarız bu öyküde.

Samipaşazade Sezai de politik olmaktan dikkatle kaçınmıştır. Kişileri gözlemeyi, kişileri bireysel serüvenleri çerçevesinde ele almayı, kişilerle yetinmeyi öngörmüştür. Herhangi bir seçim, bir toplumsal katın isterlerini, haklarını savunma söz konusu değildir. Ama yine de öykünün ne olup ne olamayacağı üzerine düşünmüştür yazar.

Buruk gülümsemeli öyküleriyle en azından kendi döneminin insanını, yaşam biçimini, düşünüşlerini yansıtmaya çalışmıştır. Samipaşazade Sezai'nin öykülerini yaratan koşulları ayrıca incelemek gerek. Yaygın bir görüşten yararlanalım: 1880 yılından sonra çeviri ve uyarlamalarda oldukça önemli yazarları tanımıştır Türk öykücüsü. Örnekse Alphonse Daudet. Tanımanın tek başına açıklayıcı bir öğe olduğunu pek sanmıyorum. Samipaşazade Sezai'ye "Pandomima"yı yazdırtan, Alphonse benzeri örneklerine karşın kişisel bir yaratımın sonucu. Samipaşazade Sezai, Ahmet Mithat anlayışından sıyrılarak, kişiselliği vurgulamış. (Küçük Şeyler'in bugüne dek Latin harfleriyle yayımlandığını da anımsatalım.)

ESERLERİ
ROMAN:
Sergüzeşt (1889)
ÖYKÜ:
Küçük Şeyler (1892)
OYUN:
Şir (Arslan, 1879)
SOHBET-ELEŞTİRİ-ANI:
Rumuzu’l- Edeb (1900), İclal (1923

Kısaca, Samipaşazade Sezai'nin Edebi Kişiliği
 
1. Edebiyatımıza en başarılı ilk küçük hikayeyi getiren ve romanımızı realizme yönelten bir sanatçıdır.
 
2. Birçok türde eser vermesine rağmen asıl ününü realis roman ve hikayeleriyle kazanmıştır.
 
3. Batılı anlamdaki ilk hikaye örnekleri olan Küçük Şeyler onun eseridir.
 
4. Sergüzeşt adlı romanı Fransız realizminin izlerini taşır. Esir ticaretinin sosyal hayattaki yeri realist bir yaklaşımla anlatılır. Eserde, Dilber adlı bir kızın yaşam mücadelesi ve Nil nehrine atlayarak intihar etmesi anlatılır. Sanatçı, Servet-i Fünun romanına bu eseriyle zemin hazırlamıştır.

Abdülhak Hamit Tarhan

Abdülhak Hamit Tarhan (1852-1937)

5 Şubat 1851’de İstanbul’da doğdu. Tarihçi Hayrullah Efendi’nin oğlu olan Abdülhak Hamit Tarhan, ulema çocuğu olduğundan, beş yaşındayken “İstanbul Rüusu “ rütbesiyle maaşa bağlandı. İlköğrenimini mahalle mektebinde yaparken bir yandan da özel dersler aldı. 1862’de ağabeyiyle birlikte, Paris’te bulunan babasının yanına gitti, bu kentte bir buçuk yıl kadar bir koleje devam etti, dönüşünde de Robert Kolej’de öğrenim gördü. 1865’te Babıâli Tercüme Odası’na girdi. Babasının İran’a elçi olarak atanması nedeniyle iki yıl kadar Tahran’da bulundu, sefaret kâtipliği yaptı. Babasının ölümü üzerine İstanbul’a döndükten sonra bir süre Maliye Mühime Kalemi’nde ve Şura-yı Devlet Kalemi’nde memurluk yaptı. 1871’de Fatma Hanım’la evlendi, şiir yazmaya başladı ve aralarında Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem, Samipaşazade Sezai’nin de bulunduğu birçok sanatçıyla dostluk kurdu. Daha sonra sırasıyla Paris sefaretinde (1875), Poti’de (Kafkasya, 1881) Golos’ta (1882), Bombay’da (1883) kâtiplik ve konsolosluk görevlerinde bulundu.

Bombay’dayken eşi Fatma Hanım’ın hastalanması ve yurda dönerken ölmesi (1885) Abdülhak Hamit Tarhan’ı çok sarstı ve “Makber” şiirine esin kaynağı oldu. 1886’da Londra sefareti başkâtipliğine atandı, 1895’te Lahey büyükelçiliğine getirildi. 1897’de de Londara’daki görevine müsteşar olarak döndü. Londra’da geçen yıllarında İngiliz edebiyatını yakından tanıdı. 1890’da evlendiği Nelly Hanım öldükten sonra, Brüksel elçiliği sırasında Lüsyen Hanım’la evlendi. 1912’de görevinden alındı. Bir süre işsiz kaldıktan sonra 1914’te Meclis-i Ayan üyesi oldu. Mütareke yıllarını Viyana’da geçirdi, cumhuriyetin ilanından sonra yurda döndü. 1928’de İstanbul milletvekili oldu ve ölünceye kadar mebus olarak kaldı. Kendisine vatana üstün hizmet fonundan maaş bağlandı. 12 Nisan 1937’de İstanbul’da öldü. Mezarı Zincirlikuyu’dadır.

YAPITLARININ ÖZELLİKLERİ
Namık Kemal ve Şinasi ile ikinci kuşaktan Recaizade Mahmut Ekrem’in geliştirdiği yenilikçi ortamda şiire başlayan Abdülhak Hamit Tarhan, Türk şiirinde yenileşmenin ilk önemli ozanıdır. Onun şiirlerinde kullandığı nazım biçimleri ve Batılı anlamda kompozisyon anlayışıyla birlikte divan şiirinin süregelen etkileri sona erdi. Şiir tekniğinin değişmesinde bir dönüm noktasına gelindi.

Abdülhak Hamit Tarhan, kendisinden önceki ozanlarda görülmeyen biçimde “ben”i işleyerek, şiire “birey”in bakış açısını getirdi. Doğayı nesnel olarak değil, öznel açıdan gören bu bireysel bakış açısı, dış dünyayı algılar ve yorumlarken, ozanın iç dünyasını dışavurmada bir araç oldu. İşlediği konular da, babasının ve eşi Fatma Hanım’ın ölümlerinin bilinçaltına işlediği ölüm duygusuyla doğadır. Doğaya da ölüm konusunda olduğu gibi metafiziksel açıdan yaklaşan Abdülhak Hamit Tarhan’ın şiirinde, günlük yaşamdaki trajik çatışmalar, yaşama başkaldırma, dinselliği sorgulama ve bireysel acılar gibi konular işlenirken, ölüm duygusundan kaynaklanan bu metafizik bakış açısı egemendir. Abdülhak Hamit Tarhan’ın devinim içindeki doğayı da şiire sokması bir yenilik oldu.
Ancak, doğayı ya da kırsal yaşamı gerçekçi çizgileriyle vermekten çok, bir hayranlık duygusu eşliğinde çoğu kez metafizik yorumlamalarla betimledi.

Abdülhak Hamit Tarhan’ın şiirde yeni kompozisyonlar geliştirmesine karşın, bu konuda estetik bir tutarlığa ulaştığını söylemek güçtür. “Üslubum yok, üsluplarım var” diyerek, bu arayışı, bir kural biçimine getirdi. Bu nedenle çoğu zaman, zengin imge yeteneğini estetik bir düzende kullanamayarak uyaklara bağımlı bir şiir düzeni kurdu.

Dil bakımından da yalın ve ağdalı Osmanlıca dizeleri bir arada kullandı. Abdülhak Hamit Tarhan’ın oyunları, kendisinin de belirttiği gibi, oynanmak için değil okunmak için yazılmış dramlardır. Bu dramların başlıca konusu insanların tutkularıdır.

ESERLERİ
ŞİİR: Sahra (1879), Makber (1885), Ölü (1885), Bunlar Odur (1885), Divaneliklerim Yahut Belde (1885), Halce (1886), Bir Sefilenin Hasbıhali (1886), Bâlâdan Bir Ses (1912), Validem (1913), İlham-ı Vatan (1916), Tayflar Geçidi (1917), Ruhlar (1922), Garam(1923).

OYUN: Macera-yı Aşk (1873), Sabr ü Sebat (1875), İçli Kız (1875), Duhter-i Hindu (1876), Nazife (1876), Nesteren (1878), Tarık Yahut Endülüs Fethi (1879), Tezer Yahut Abdurrahman-ı Salis (1880), Eşber (1880), Zeynep (1908), İlhan (1913), Liberte (1913), Tarhan (1916), Finten (1916), Sardanapal (1917), Hakan (1935).

MEKTUP: Mektuplar (derleyen: Süleyman Nazif, iki cilt, 1916).
Kısaca Abdülhak Hamit Tarhan'ın Edebi Kişiliği
1. İkinci dönem Tanzimat edebiyatının en verimli, üretken, kudretli yazarlarından olan Abdülhak Hamit, modern edebiyatımızın kurucularındandır. Doğu ile Batı arasında bir köprü olabilecek kadar kuvvetli bir kültüre sahiptir.

2. Şiirdeki Batılılaşma hareketinin asıl büyük öncüsüdür. Yaşadığı dönemde Şair-i Azam unvanıyla anılmıştır. Şiir biçiminde ve içeriğinde önemli değişiklikler yapmıştır. Onda ölçü, uyak, dil kaygısı görülmez; bundan dolayı eserleri dil bakımından kusurludur. Dili çok ağır üslubu dağınıktır.

3. Abdülhak hamit Tarhan, şiirde tezatlara, şaşırtmacalara çok yer vermiş; lirik-felsefi bir anlayışla yazmıştır. Günlük hayat, ölüm, metafizik düşünceler, tabiat, aşk, vatan sevgisi gibi konuları işlemiştir.

4. Tanzimat şiirine geniş ufuklar açan, divan şiiri gelenğini tamamıyla yıkan Abdülhak Hamit; Tanzimat şiirine yüksek bir anlatım yeteneği kazandırmıştır.

5. Veremden ölen eşi Fatma Hanım onun edebiyatını büyük ölçüde etkilemiştir. Böylelikle ölüm teması onun şiirlerinin en temel teması olmuştur. Ünlü Makber şiirini eşinin ölümü üzerine yazmıştır.

6. Tiyatrolarında ağır bir dil kullanmıştır. Ayrıca tiyatroları sahne tekniğine d euygun değildir. Abdülhak hamit tiyatrolarını sahnelenmek için değil okunmak için yazmıştır. nazım-nesir karışık tiyatrolarında tarihi olaylar ve hayallerini anlatmıştır.

7. Sanat için sanat anlayyışını benimseyen sanatçı, romantizm akımın etkisindedir.

8. Abdülhak hamit Tarhan, edebiyatımızın ilk pastoral şiir örnekleri olan şiirlerini Sahra adlı eserde toplamıştır.

Recaizade Mahmut Ekrem

Recaizade Mahmut Ekrem (1847-1904)
 
Tanzimat edebiyatı ikinci dönem yazarlarından olan Recaizade Mahmut Ekrem’e göre şiirin, edebiyatın ve geniş anlamda sanatın, insanda değişik duygular uyandıran güzelliklerini anlatmaktan başka bir amacı yoktur, siyaset, toplum ve ahlak sorunları şiiri ilgilendirmez. Bu düşünceyle Recaizade Mahmut Ekrem, Tanzimat Dönemi’nin edebiyatta bir tür toplumsal ahlakın ve siyasal düşüncelerin savunuculuğunu yapan birinci kuşak sanatçılardan ayrılır.

HAYATI
Devrin tanınmış bilim ve sanat adamlarından olan Recai Efendi’nin oğlu olan Recaizade Mahmut Ekrem 1 Mart 1847’de İstanbul’da doğdu. Bayezit Rüştiyesi ve Mekteb-i İrfaniye’de okuduktan sonra, 1858’de girdiği Harbiye İdadisi’nden sağlığının bozulmasından dolayı öğrenimini bitirmeden ayrıldı ve 1862’de Hariciye Mektubi Kalemi’nde memurluk görevi aldı. Burada hem Fransızca öğrenmeye başladı hem de Tanzimat edebiyatını yaratan Namık Kemal, Leskofçalı Galip, Hersekli Ahmet Hikmet gibi ozan ve yazarlarla dostluk kurarak edebiyatla ilgisini pekiştirdi. İlk yazılarını başta Tasvir-i Efkâr’da olmak üzere çeşitli gazete ve dergilerde yayımladı.

Bu ürünler eski edebiyat anlayışını sürdüren denemelerdir. Hariciye Mektubi Kalemi’nde yakınlaştığı, Tasvir-i Efkâr’ın sorumlusu Namık Kemal’in 1867’de Paris’e gitmesinden sonra, gazetenin sorumluluğunu üstlendi. 1868’de Danıştay üyeliğine atandı, daha sonra bu kurumda başmuavin oldu.

İlerlettiği Fransızcasıyla Fransız edebiyatını yakından izleyen ve tiyatroyla ilgilenen Recaizade Mahmut Ekrem, 1870’te konusu Fransa’da geçen ve kahramanları Fransız olan Afife Anjelik adlı oyununu yayımladı. 1871’de de eski edebiyat anlayışını sürdüren şiirlerini ve düzyazı parçalarını Nağme-i Seher (sabah ezgisi) adıyla kitaplaştırdı. Aynı yıl, yeni kurulan Nafıa Dairesi’ne, 1872’de Tanzimat Dairesi’ne atandı, daha sonra burada başmuavin oldu. 1874’te yeniden Mekteb-i Mülkiye’de edebiyat öğretmenliğine getirildi. Bu okulda o zamana kadar sürdürülen öğretim anlayışını değiştirerek derslerde Batılı bir yöntem izledi. Ders notlarını düzenleyerek oluşturduğu Talim-i Edebiyat adlı eleştri ve kuram kitabını taşbaskı olarak bastırıp ders kitabı olarak okuttu. Bu kitapta geliştirdiği yeni edebiyat eleştirisi anlayışı ve bu anlayışı uygulayarak yazdığı şiirleri içeren üç ciltten oluşan Zemzeme (ezgili sesler, 1883, 1884, 1885) kitabına eski edebiyat yandaşlarınca yapılan saldırılar nedeniyle tartışmalara girişti. Zemzeme’nin üçüncü cildinin önsözünde ve Takdir-i Elhan kitabındaki görüşler de eski edebiyat yandaşlarınca saldırıya uğradı.(bu saldırıların en ağırı, Muallim Naci’nin 1886’da tefrikaya başladığı Demdeme’dir. Demdeme’nin tefrikası, yarattığı yankılar nedeniyle, resmi makamlarca yarıda kesildi.)

Recaizade Mahmut Ekrem 1896’da Temyiz Mahkemesi reisliğine, aynı yıl Tanzimat Dairesi reisliğine getirildi. Bu arada Talim-i Edebiyat’taki kimi metinlerin sansürce çıkarılmasının istenmesi üzerine Mülkiye Mektebi’ndeki görevinden ayrılmak istedi, ama maarif nazırı Mustafa Paşa’nın araya girmesiyle vazgeçti ve Galatasaray Lisesi’nde görev aldı. Ancak Mustafa Paşa’nın nazırlıktan ayrılması üzerine iki okuldaki görevini de bıraktı.

Bu tartışmalar ve sansürün baskısı nedeniyle şiirden uzaklaşarak, yeni yetişenleri yönlendirmeye, yapıtlarını eleştirmeye ve öykü yazmaya yöneldi. “Saime” adlı öyküsünün tefrika edilmesi sansürce yarıda kesildi. İtalya’nın saldırısı sırasında baş gösteren salgın hastalığı yerinde inceleyecek olan kurula katılarak 1890’da Trablusgarp’a gitti. Yurda döndükten sonra Büyükada’da oturmaya mecbur edildi. Bu dönemde Şemsa adlı öykü kitabıyla tek romanı Araba Sevdası’nı yayımladı.

Recaizade Mahmut Ekrem, İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra 1909’da evkaf ve maarif nazırlıklarına getirildi sonra aynı yıl ölünceye kadar sürdüreceği Ayan (senato) üyeliğine atandı. 31 Ocak 1914’te İstanbul’da öldü.

SANATININ ÖZELLİKLERİ VE GÖRÜŞLERİ
İlk şiirlerinde eski anlayışı sürdüren Recaizade Mahmut Ekrem tehliller, münacatlar, naatlar, övgüler ve gazeller yazdı. Namık Kemal ve Abdülhak Hamit’in etkisiyle şiirlerini yenileştirerek geliştirdikten sonra, Divan edebiyatının dil ve anlatımını taklit eden bu şiirlerini beğenmediğini belirtti. Ona göre şiirin, edebiyatın ve geniş anlamda sanatın, insanda değişik duygular uyandıran güzelliklerini anlatmaktan başka bir amacı yoktur. Siyaset, toplum ve ahlak sorunları, şiiri ilgilendirmez. Sanatçı yapıtını bir ahlak dersi vermek için değil, duygu, düşünce ve hayal güzelliklerine ulaşmak için yazar. Bu bakımdan Recaizade Mahmut Ekrem, Tanzimat döneminin edebiyatta bir tür toplumsal ahlakın ve siyasal düşüncelerin savunuculuğunu yapan birinci kuşak sanatçılardan ayrılarak, Servet-i Fünun şiirini hazırlayan sanatçıdır. Güzelliğin, düşünce, duygu ve hayal güzelliği olarak üç bölümde toplandığını belirtir. Zemzeme adlı üç ciltlik kitabındaki şiirlerde duygu güzelliğine yönelmiştir. Ona göre, şiirde biçimi, yüksek, süslü ve alelade olmak üzere üçe ayırdığı üslup belirler. Kendi şiirlerinde bu üç üslubu da denemiştir.

Şiirlerinde günlük yaşam, anılar, aşk, doğa ve özellikle ölüm konularını işleyen Recaizade Mahmut Ekrem, dil konusunda da Tanzimat edebiyatının birinci kuşağının ulaştığı yalınlıktan ayrıldı, şiirin kendisine özgü bir dili ve sözcük dağarcığı olduğunu belirterek Servet-i Fünun’un şiir dilinin çıkış noktasını oluşturan bu dil anlayışını şiirlerinde uyguladı ve edebiyat dilinin konuşma dilinden ayrılmasına yol açtı.

Eleştiri yazılarıyla yeni kuşağın edebiyat anlayışını yönlendiren Recaizade Mahmut Ekrem ‘e göre şiirdeki üslup güzelliğini ölçü ve uyak yaratmaktadır. Uyağın eski edebiyattaki gibi göz için değil kulak için kullanılması gerektiğini, yani yalnız yazılışı değil, sesleri benzeyen sözcüklerin de uyak olabileceğini söyleyerek uyak anlayışına da yenilik getirmiştir. Türkçe sözcüklerin, özellikle yüklemlerin müzik değeri olmadığını ileri sürmesi, dilde yalınlıktan uzaklaşmasının bir başka nedenidir.

ÖYKÜLERİ VE ROMANI
Recaizade Mahmut Ekrem’in Muhsin Bey Yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi (1889) ile Şemsa (1896) adlı iki uzun öyküsü, öykü tekniği bakımından zayıf, romantik yapıtlardır. 1898’de yayımlanan tek romanı Araba Sevdası, Tanzimat edebiyatı romanında Batılılaşmayı yanlış yorumlayan, bu nedenle gülünç duruma düşen bir züppe genci anlatır. Gerek olay, gerekse roman tipleri bakımından özgün bir yapıt olan Araba Sevdası’nda Türk romanında ilk kez gülmece ögeleri işlevsel olarak kullanılmıştır. Tanzimat edebiyatı romanının betimlemede süslü, konuşmalarda yalın dil kullanma anlayışı bu romanda da görülmekle birlikte, Recaizade Mahmut Ekrem’in roman dili yalın sayılabilir. Romanda ruhsal betimlemeler de önemli yer tutar. Araba Sevdası gerçekçi yöntemle yazılan ilk Türk romanlarından biridir.

TİYATRO OYUNLARI
Recaizade Mahmut Ekrem, Tanzimat edebiyatında ortaya çıkan tiyatro türünde de ürün verdi; ancak bu türdeki yapıtları özgünlük ve yetkinlikten uzaktır. İlk oyunu Afife Anjelik’in çeviri olma olasılığı da vardır. Chateaubriand’dan çevirdiği, romandan uyarlanan Atala Yahut Amerika Vahşileri’nden (1873) sonra yazdığı Çok Bilen Çok Yanılır güldürüsü ile Namık Kemal ‘in etkisindeki Vuslat onun tiyatro yazarı olarak en etkin yapıtlarıdır.

ESERLERİ
ŞİİR: Nağme-i Seher (sabah ezgisi, 1871), Yadigar-ı Şebab (gençlik andacı, 1873), Zemzeme (üç cilt, 1883, 1884, 1885), Tefekkür (düşünce; şiir- düzyazı, 1888), Pejmürde (solmuş; şiir- düzyazı, 1895), Nijad Ekrem (şiir- düzyazı, 2 cilt, 1910, 1911), Nefrin (ilenç, 1916)

ÖYKÜ: Muhsin Bey Yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi (1889), Şemsa (1895)

ROMAN: Araba Sevdası (1898)

ELEŞTİRİ: Talim-i Edebiyat (taşbaskı olarak 1879,1882), Kudemadan Birkaç Şair (eski ozanlar üstüne eleştiriler, 1885), Takdir-i Elhan (M. Tahir’in el kitabı eleştirisi, 1886), Takrizat (1898)

OYUN: Afife Anjelik (1870), Atala Yahut Amerika Vahşileri (1873), Vuslat (1874), Çok Bilen Çok Yanılır (yazılışı 1874, yayımlanışı 1916).

Kısaca R. Mahmut Ekrem'in Edebi Kişiliği

1. Tanzimat ikinci dönem sanatçılarından Recaizade Mahmut Ekrem; şiir, roman, tiyatro, hikaye ve eleştiri türünde eserler vermiş, dönemin genç kuşaklarına örnek olmuş bir sanatçıdır.
 
2. Bu dönemde eski edebiyat taraftarlarıyla, özellikle Muallim Naci ile, kalem mücadelesi yapan öncü sanatçılardandır. Yeni edebiyatı savunanların hocası olmuştur.
 
3. Servet-i Fünun dergisinin başına Tevfik Fikret'i getirerek Edebiyat-ı Cedide hareketinin hazırlayıcısı olmuştur.
 
4. Şiirleri sanat bakımından pek güçlü olmayan sanatçı, sanat için sanat ilkesiyle yazmış, kulak için kafiye görüşünü ilk kez ortaya atarak bu konuda büyük bir tartışma başlatmış; göz için kafiye anlayışında olan Muallim Naci ile büyük bir tartışmaya girmiştir.
 
5. Hece ölçüsüyle yazdığı şiirleri de olmakla birlikte, aruza bağlı kalmıştır.
 
6. Güzel olan her şeyin şiir olabileceği fikrinin savunucusudur.
 
7. Batı edebiyatı nazım şekillerini başarıyla kullanmıştır.
 
8. Şiirlerinde hüzün ve acı vardır. Piraye, Emced, Nijad adlı çocuklarının ölümünü görmüş olması ona içli ve acı dolu şiirler yazdırmıştır. Hüzünlü duygular, ölümü hatırlatan tabiat manzaraları, solgun güller, romantik güzellikler şiirlerinde işlediği konulardandır.
 
9. Düzyazı alanındaki en önemli eseri, edebiyatımızın Batılı anlamdaki ilk realist romanı sayılan Araba Sevdası'dır. Bu eserde, yanlış ve bilinçsizce Batıyı takip etmeye çalışan Bihruz Beyin ne hallere düştüğü anlatılır. Realist çizgilerle ve ince bir mizahla bilinçsiz şekilde Batılı olmaya çalışan insanlar bu eserde göz önüne serilir.
 
10. Şiirlerinde romantizmin, tiyatrolarında klasisizmin etkileri görülür.

Şemseddin Sami

Şemsettin Sami (1850-1904)

1850'de Güney Arnavutluk'ta Berat'a yakın Fraşer kasabasında doğdu. 1904 yılında İstanbul'da ölmüştür. Tımar sahibi Fraşerî ailesinden Halit Bey'in beş oğlundan ikincisidir. Diğer iki oğul, Naim ve Abdül, Arnavutluk tarihinde önemli roller oynamışlardır.Galatasaray Spor Kulübü yöneticisi Ali Sami Yen'in babasıdır.

Edebi Kişiliği

1. Doğu ve Batı kültürünü çok iyi bilen Şemsettin Sami, Tanzimat döneminin en önemli sanatçılarından olup dille ilgili çalışmalarıyla tanınmıştır.

2. Sözlük, ansiklopedi ve yaptığı çeviri roman çalışmaları önemlidir. Kamus-ı Türki adlı sözlük, yazarın dilimize kazandırdığı en önemli eseridir. Ayrıca Kamus-ı fransevi, Kamus-ı Arabi gibi sözlüklerle, ilk ansiklopedi sayılabilecek Kamusu'l-A'lam adlı altı ciltlik büyük yapıtı oluşturmuştur.

3. Türk dilinin sadeleştirilmesi konusunda önemli çalışmaları vardır.

4.Orhun Yazıtlarını ve Kutadgu Bilig'i Türkiye Türkçesine çeviren ilk aydınımızdır.

5. İlk yerli romanımız olan Taaşuk-ı talat ve Fitnat onun eseridir. Talat ile Fitnat'ın aşkını, görücü usulü ile evlenmenin sakıncaları, kölelik ve cariyeliği anlatan bu eser ilk romanımızdır. İlk örnek olduğu için teknik yönden oldukça zayıftır.

Eserleri:

Roman 

Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat (1873)

Oyun

Besa yahut Ahde Vefa (1874)
Seydi Yahya (1875)
Gâve (1876)
Mezalim-i Endülüs (basılmadı)
Vicdan (basılmadı)

Çeviri 

Florian, Galatée 1773
Dumanoir & d'Ennery, İhtiyar Onbaşı (1874)
Daniel Defoe, Robinson Crusoe
Victor Hugo, Sefiller (1880, son cildi eksik)
Ali bin Ebi Talib Efendimizin Eş'ar-ı Müntehabeleri (1900, Ali bin Ebu Talib'e atfedilen Divan'dan çeviriler)

Sözlük ve Ansiklopediler

Kamus-ı Fransevî (1882-1905, Fransızca-Türkçe sözlük)
Kamus-ı Fransevî (1885, Türkçe-Fransızca sözlük)
Küçük Kamus-ı Fransevî (1886, Fransızca-Türkçe sözlük)
Kamus-ül Âlam (6 cilt, 1889-1898, genel ansiklopedi)
Kamus-ı Arabî (1898, Arapça-Türkçe sözlük, tamamlanmadı)
Kamus-ı Türkî (2 cilt, 1899-1900, tıpkıbasımları 1978, 1998)

Dilbilgisi Kitapları

Usul-i Tenkit ve Tertib (1886)
Nev'usul Sarf-ı Türkî ((1891, modern Türkçe gramer)
Yeni Usul Elifba-yı Türkî (1898)
Usul-i Cedid-i Kavaid-i Arabîye (1910, yeni usul Arapça ders kitabı)
Tatbikat-ı Arabîye (1911)

Ayrıca "Cep Kütüphanesi" dizisinde astronomi, jeoloji, antropoloji, İslam medeniyeti tarihi, kadınlar, mitoloji, dilbilim üzerine kitapçıklar yazdı. Letaif adlı iki ciltlik fıkra derlemesi, Emsal adlı dört ciltlik özlü sözler derlemesi, okullar için alfabe ve okuma kitapları yayınladı.